Ulusal Drma Günü 2017 Bildirisi

 

 

 

HAYATIN PROVASINDAN PROVANIN HAYATINA…

HAYAT - OYUN - TİYATRO - DRAMA’nın DİYALEKTİĞİ

 

Prof. Dr. Nurhan TEKEREK

Uludağ Üniversitesi

Öğretim Üyesi

 

Tiyatronun temel öğelerini oluşturan Oyuncu ve Seyirci arasında, gerek içerik gerek estetik düzlemde organik bir bağ kurulamadığında, tiyatro, diğer sanat dallarından ayıran en önemli özelliğini, “Yaşayan Sanat” niteliğini yitirmekte ve giderek ölümcülleşmektedir. Bu saptama dünyada ve ülkemizdeki tiyatro uzmanları tarafından fark edildiğinde, tiyatroyu oyuncu ve seyircisiyle tekrar buluşturmak, soluk alıp vermesini sağlamak adına çeşitli yollar aranmış ve bulunmuştur. Günümüzde de bu yeni arayışlar devam etmektedir. Tiyatro ne zaman ki, seyircisinden uzaklaştırılarak çerçevenin içine çekilmiş, seyircinin atıl bir tutumla yalnızca izlediği bir donuk ve statik kurguya dönüşmüşse, o zaman soluğunu da yitirmeye başlamıştır. Çünkü tiyatro kökeninden bu yana seyircisi ve oyuncusuyla günü yakaladığı gibi, gelecek için de çözüm yollarını arayan, sorgulayan ve düşündüren bir sanattır. Özetle birlikte yaşayan bireylerin oluşturduğu bir toplum barometresidir tiyatro. Dolayısıyla Oyuncu ve Seyirci arasındaki bu canlı, bu yaşayan, bu birlikte kurulan köprüyü her zaman diri tutmak gerekir.

 

Tiyatromuzun gelişim sürecinde bu beraber oluşturulması gereken köprüyü fark eden ve bu yolda tiyatromuzu sorgulayan, arayış içinde olan, önerilerde bulunan pek çok tiyatro insanı olmuştur ve olacaktır da… Başta Öz Tiyatro kuramını geliştiren eğitimci, felsefeci ve tiyatro insanı İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu olmak üzere Metin And, Nurhan Karadağ, Haldun Taner, Mehmet Akan, Haşmet Zeybek, Turgut Özakman, Oktay Arayıcı gibi pek çok isim, ancak tiyatronun kendi toplumundan beslenerek, kendi derdini, özgün estetiğiyle –ki bu estetik de kaynağını oyuncu-seyirci organik bağından alır- harmanlayarak yaşayan bir sanat haline getirebileceğimize vurgu yapmışlardır. Kuşkusuz bu süreçte toplum ve tiyatro arasındaki sıkı ilişkiden yola çıkılarak kendi tiyatromuzu ve estetiğimizi yaratma düşüncesi de etkili olmuştur.

 

Eğitim-Tiyatro-Drama arasındaki vazgeçilmez ilişki fark edildiğinde eğitimi daha nitelikli ve eğitime katılan kişileri daha üretken hale getirmek için bu ilişkiden yararlanma yoluna gidilmiştir. Özellikle Doksanlı yıllardan başlayarak, tiyatronun Oyuncu-Seyirci organik ve dinamik bağından yola çıkılarak bu Eğitim-Tiyatro-Drama ilişkisi popülerleşmiş ve giderek eğitim programlarında yer almaya başlamıştır. Kuşkusuz bu popülerleşme sürecinde gelişen teknoloji ve şahlanan liberalizmle birlikte büyük kentlere yığılan ve birbirine yabancılaşarak, kendi küçük dünyalarına hapsolan bireyleri yeniden hayata döndürme çabalarının da rolü büyüktür.

 

Eğitim, okul eğitimi ya da formel eğitimi de içine alan ve bebeklikten ölünceye dek süren geniş ve uzun bir süreci kapsar. Yani hayat boyu sürer. Hayatın kendisi de, ancak son bulmasıyla, başka bir deyişle ölümle kavranabilen bir oyun(muş) gibi bakılabilecek bir olgudur aslında. Böylesi bir bakış açısıyla hayata yaklaşıldığında, belki de insana yakışır bir oyun gibi oynamak gerekir hayatı… İnsana yakışır bir hayat oyunu deyince ne anlamalıyız? Doğanın bir parçası olduğunun farkında olduğu kadar, insan olduğunun da bilincinde, başka bir deyişle aklı, duyguları, duyarlığı, yaratıcılığı, hayal gücü, kolektif ruhu olan insanların, özgürlük ve özgünlük tutkusunu ya da düşüncesini besleyen, geliştiren, zenginleştiren insanların, ben ile biz arasındaki diyalektik köprüyü kurabilen, hem kendi yaşamını, hem de dünyayı daha yaşanır kılmayı hedefleyen insanların oynadığı bir hayat oyunu. Kuşkusuz bu hayat oyununda baş etmek zorunda olduğumuz büyük sorunlarımız da var. Yani hayat oyunumuz güzellikleri ve çirkinlikleriyle bütünlüklü ve çatışması bol bir oyun. Sorunlarımıza çözüm yolları aramak, tartışmak, bulmak, dönüşmek, dönüştürmek de insan olarak temel görevimiz.

 

Eğitim-Tiyatro-Drama ilişkisine de böylesi bir perspektifle yaklaştığımızda, içinde yaşadığımız hayatın bir prova olduğunu, bu provayı yaparken de bir hayat yaşadığımızı düşünebiliriz. O halde Prova nedir? Prova bir tasarımı hayata geçirmek için geçirdiğimiz, deneyimlediğimiz, yaşadığımız bir süreçtir. Her birimizin bir hayat tasarımı vardır. Kuşkusuz bu tasarım insana, insanlığa, doğaya hizmet etmelidir. Ben ve Bir Başkası dolayısıyla Ben ve Biz, Ben ve Dünya, Ben ve Doğa arasındaki ilişkinin farkında olan insanlarla, özgürce kendini ifade etmenin mümkün olduğu, hayatı tüm sorunlarıyla ve çözüm yollarıyla kabul edip birbirini yok etmeden var olmaya çalışmanın, tüm renklerimizle var olmanın geçerli olduğu bir hayat tasarımı. Eğitim, iş, teknoloji, ekonomi, hukuk, sanat, zenginlik ve tüm maddi-manevi ilişkilerin bu tasarımı gerçekleştirmek yolunda biçimlendiği bir yolculuk.

 

Böylesi bir yolculukta hayatın her bir alanına bir durak olarak bakabiliriz. Hayatın bir provası olarak nitelendirdiğimiz Drama ve Tiyatro da bu duraklardan biri. Bu durağa mutlaka uğramak gerek. Çünkü bu durakta oyun var. Çünkü bu durak oynamak isteyen herkese açık… Çünkü bu durakta yaratıcılık, hayal gücü, kolektif ruh var. Çatışma, karşıtlık ve rekabet var. Özgürlük ve özgünlük var. Coşku var, umut var, gelecek var. Farklı duygular, farklı düşünceler var. Renk var, zenginlik var. Kısacası bu durakta “insan” var… Ben ile Biz arasındaki köprüyü kurabilen gerçek, samimi insan…

 

Öyleyse ne duruyoruz? Haydi oyuna…

 

28 ŞUBAT ULUSAL DRAMA GÜNÜ KUTLU OLSUN