Prof. Dr Belma TUĞRUL
Penn State University Visiting Scolar
Hepimiz için çok tanıdıktır mısırlar ama belki alıcı gözle pek bakmamış olabiliriz onlara… Bana göre her türlüsü lezzetlidir. Tuzlu ve yağlısı, tatlandırılmış olanı ya da kendi halinde doğal tadında olanı… Bunlar patlamış mısırlar… Peki ya patlamadan önceki halleri nasıldır? Gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz o hallerini?.. Bir torbanın içinde ya da başka bir yerde durup dururlar öylece… Birini diğerinden ayırt etmek hiç de kolay olmaz, bu haldeyken… Ancak, uygun bir ısıda ve makul bir sürede patlamalarını sağladığımızda işler değişir. O “tıpa tıp aynıymış gibi görünen” mısırların her biri kendi özgün şekilleriyle yeni yüzlerini almışlardır artık… Şimdi daha dikkatlice bakın torbadaki mısırlara, bir de kalıbından çıkıp özgürlüğüne kavuşmuş patlamış mısırlara… Öylece hiçbir işleme tabi olmadan kendi halinde duran mısırlar, uygun ortamı bulunca şekilden şekle girerler. Her biri adeta sanat eseri misali eşsiz bir formda…
Hiç bir patlamış mısır birbirinin aynısı değildir. Doğasının izin verdiği maksimum bir sınırı vardır ama bu sınırlar içinde kendine özgü bir kimliğini bulmuştur. Tıpkı bizler gibi.
Biz de kendimize özgüyüz, görebilene tabii….Görünüşte birbirimize çok benzer gibi görünsek de her birimizi diğerinden farklı kılan özelliklerimiz vardır. Hem özelliklerimiz farklıdır hem de onları görünür kılma yollarımız farklıdır. Sözün kısası her birimiz kendimizi farklı şekilde ifade edebiliriz, bu doğal bir süreçtir, doğal olmayan bu çeşitliliği görmemezlikten gelmek ya da farklılıklara onay vermemektir. Mısırlar nasıl kalsın? Siz karar verin şimdi…
Nereden başlayalım işe? Bence kendimizden başlayalım…Tanıyor muyuz kendimizi? Kimiz biz? Ne düşünürüz? Neden böyle düşünürüz? Nedir bizim için vazgeçilmez olan ya da şimdiye kadar denemeye cesaret edemeyip ama “ah keşke” dediğimiz hayallerimiz... bunun gibi çokça soru… İşte bu soruları ve nicelerini kendimize sormak için bahanelere gereksinimimiz var. Kışkırtıcı, cesaretle yüreklendiren, gözümüzü ve gönlümüzü açan, ilham veren bahanelere gereksinimiz var. Eğer yaşamımızın bir zamanında bu bahanelerle karşılaşma şansımız olmadıysa kendi halinde öylece duran mısırlar misali yaşamımızı sürdürürüz. Rutinlerimizi yine yaşarız, herkes gibi.. Üstelik herkes gibi olduğumuz için onanmış olmanın sağladığı saygınlığımız da karımız olur. Bu bazılarımıza yeter ama bazılarımız ufkun ötesini merak eder. Onlar mısırları patlatmaya niyetli olanlardır. Mısırları patlatmak niyetinde iseniz bir arayış içine girersiniz? Atılan ilk adım “niyet göstermektir, inanmaktır”. Biliyorsunuz ki mısırların içinde bir şeyler var. İkinci adım içerdekileri nasıl dışarı çıkaracağız? Bu soru bizi uygun yöntemleri bulmaya yönlendirir. İçeridekini dışarıya taşımanın birçok yolu vardır mutlaka, bu bir anlamda bireyin kendini ifade etmesi demektir.
Peki nasıl başaracağız kendimizi ifade etmeyi ve kendini ifade edeni anlayabilmeyi… Birisini anlayabilmek için onu tanımak gerekir. Tanımak ise, karşımızdakinin fiziksel özelliklerini, ismini, okulunu vb bilmekten çok daha derin bir yakınlaşmayı ifade eder. Hemen tanıyabilir miyiz birbirimizi? Tabi ki zamana, ortama, ortak noktalara gereksinim duyarız… kendimizi açmak için. Bu öyle bir süreçtir ki kendimizi sadece karşımızdakine değil, kendimizi kendimize de açmaktır aslında.
Bir çok kişi kendini kendine göstermeye ortam bulamadan, bu yüzleşmeyi yaşayamadan hayatını sürdürür gider.. Ben onlara “kendine yabancı insanlar” diyorum. “Kendine yabancı kişilerin” kendisiyle tanışma şansı kaçmış değildir. Bu şans onlara “drama” kimliğinde sunulmuştur. Bana göre “drama” mısırları patlatmak için biçilmiş kaftan. Drama sürecinde mısırları patlatmak için her türlü olanak sunuluyor bize. Kendimizle buluşuyoruz, aynaya bakıyoruz, kendimizle konuşuyoruz, dinliyoruz, kendimizi ve diğerlerini…
Kısacası kendi özgün dilimizi okumaya başlıyoruz. Sonrası kolay… Bir bakıyoruz ki bizi dünyaya yakınlaştıran engin bir hoşgörü ve özgüven, empatik bir anlayış ve yaratıcı düşünme becerileri bizim bir parçamız olmuş çıkmış. Mısırlar patlamış anlayacağınız…
Drama kendimizle ve dünya ile anlaşmanın ortak bir dili olarak hayatımızı kolaylaştırıyor, zenginleştiriyor, tatlandırıyor…
Patlamış mısırların ortak dilleri olan “Ulusal Drama Günü” kutlu olsun.
Sevgiyle yaşayın…