Öğr. Gör. Gülşen YEGEN
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Eğitim Fakültesi
Emekli Öğretim Görevlisi
Siyah tenli, beyaz tenli, sarı tenli…
Çekik gözlü, mavi gözlü, siyah gözlü…
Rum, Çerkez, Gürcü, Tatar…
İsevi, Musevi, Müslüman…
İnsanları farklı biçimlerde sınıflandırıyor, sonra da bizim gibi olmayanı ayrıştırıyoruz…
“ÖTEKİ” diyoruz…
“Öteki” dediğimiz kişi, aslında bizim gibi bir canlı, bir insan. Temel özelliklerimiz, ihtiyaçlarımız, yaşam özelliklerimiz temelde aynı. Doğduğumuz coğrafyalar, olaylara bakış açımız, benimsediğimiz ve değer verdiğimiz şeyler farklı. Yaşama nedenlerimiz, ihtiyaçlarımız, ortak evrensel değerlerimiz aynı. Buna rağmen “benim gibi” düşünmediği, bana benzemediği, benim inandığıma inanmadığı için “ÖTEKİ” diyoruz.
Ötekileştirmenin ardından globalleşme diyor ve tüm dünyanın tek bir amaç uğruna mücadele etmesi gerektiğini iddia ediyor, dünya barışından söz ediyoruz. Dünya barışı II. Dünya Savaşının ardından önem kazanan ve dillerden düşürülmeyen bir sözcük. Dünyanın tüm kıtalarındaki çocukların bağışladıkları bozuk paralarla yaptırılan ve üzerine “Çok Yaşa Mutlak Barış” yazısı kazınan Barış Çanı, her yıl 21 Eylül günü çalınıyor. Ancak çanın sesi duyulamadığı için olsa gerek hala savaşlar sürüyor.
Dünya barışının sağlanabilmesi için, öncelikle demokrasi anlayışını benimsemek ve yerleştirmek gereklidir. Şimdilerde yapıldığı gibi, “demokrasi” kavramını benimsetmek ve insanları “özgürleştirmek” için çocuklar öldürülüyor, kimsesiz bırakılıyor. Dünyanın birçok yerinde şiddet sürüyor. Anneler ağıtlar yakıyor, gözyaşları döküyor. Gözyaşlarının rengi yok. “Öteki”lerin annelerinin gözyaşları da aynı şekilde akıyor, yürekleri aynı şekilde acıyor.
Demokrasinin en temel unsurlarından birisi bireylerin düşüncelerini özgürce söyleyebilmeleridir. Bireylerin inandıklarını, değerlerini ve düşüncelerini ifade edebilmeleri gerekir. Erken yaşlardan itibaren yaratıcı drama çalışmalarına katılan, düşüncelerini özgürce söyleme alışkanlığını edinmiş bireyler, toplumsal yaşam içinde de benzer biçimde davranacaklardır. Böylece demokrasinin olmazsa olmaz unsuru olan düşünce özgürlüğü benimsenmiş ve gerçekleşmiş olacaktır.
Farklı düşüncelere saygı duyma, farklılıkları kabul etme becerisini geliştirmiş bireyler, bunlardan korkmamayı da başaracaklardır. Birey olmanın ön koşulunu, içinde bulunulan sosyal sınıftan öte bilgi ve beceriler olduğunu benimsemiş bireylerden oluşan toplumlar daha özgür, daha demokratik olabileceklerdir.
Bilindiği gibi kişilik gelişimi erken yaşlardan başlamakta ve şekillenmektedir. Kişilik gelişimi tamamlandıktan sonra bir şeylerin eklenmesi, değiştirilmesi güçleşmekte, bireyin isteği ile yeni özellikler eklense bile kolaylıkla yitirilmektedir. Bu nedenle birtakım değerlerin kazandırılmasına erken yaşlarda başlanmalıdır.
Son yıllarda, toplumsal değerleri hızla kaybettiğimizin farkındayız. Kaybolan değerlerimizin kazandırılmasında ve demokratik bir toplum olma yolunda yapılabilecek her çalışma değer taşımaktadır. Geleceğimizi oluşturacak olan çocuklarımızın ve gençlerimizin kişilik gelişimlerinin sağlanmasında, etkileşimli eğitim ortamlarına ihtiyaçları vardır.
Öyleyse kendini tanıyan, özgür düşünen ve düşüncelerini özgürce ifade edebilen, farklılıklara saygılı, demokratik değerlere sahip bireylerin yetiştirilmesinde, keyifli bir alan olan yaratıcı dramadan rahatlıkla yararlanabiliriz.
Ulusal Drama Günümüz Kutlu Olsun.