DRAMA SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE ETİMOLOJİK BİR İNCELEME

 

Naci ASLAN
Oluşum Tiyatrosu ve Drama Atölyesi
Drama Lideri / Ankara

 

 

Hedef

 

Bu bildirinin hedefi, drama sözcüğünün, Antik Yunanistan’da dramenon diye isimlendirilen dini törenlerin ve hareket anlamına gelen dran sözcüğünün kökenini tartışmaktır. Megara’lıların kullandıkları dran sözcüğü ile Eleusis Mis Misterleri’nin yaptıkları dinsel törenler için kullandıkları dromena sözcüğü araştırmanın çıkış noktası olmuştur. Bu bağlamda, Anadolu Ana Tanrıça Dini ve Yunanistan’daki uzantısı Demeter İnancı, Bakkhos Dini ve Yunanistan’daki uzantısı Dionissos İnancı, drama sözcüğünün kökeni konusunda Anadolu kavmi Luwiler[1](İÖ 2000) ve onların ardılı Pelesgos’ların yaşam biçimleri, yazıları ve dini inançları incelenmiştir.   

 

Bildirimizde bir kez daha kanıtlandığı gibi, bugünkü Avrupa kültürünü yaratan toprak, Anadolu, Mezopotamya ve Mısır’dır. Uygarlık batıya doğru ilerledikçe gelişmiş; Anadolu’da, Girit’te, Yunanistan’da ve oradan da Avrupa’da doruk noktasına ulaşmıştır. Mansel yapılan bilimsel araştırma ve arkeolojik kazıların “Ege’deki yüksek uygarlığın uzun zaman sanıldığı gibi Yunanlılar’la başlamayıp, çok daha eski çağlara çıktığını, Yunanlıların ise bu uygarlığın ancak mirasçısı olduğunu ortaya koymuştur.”[2] demektedir. Böylece de Yunan uygarlığının Girit adasından, Girit uygarlığının da Anadolu’dan kaynaklandığını, bilimsel araştırmaların ortaya koyduğunu söylemektedir.[3]  

 

Giriş    

 

Batı kültürünün, bugün bizim bir kaç yılda edindiğimiz gelişmeyi sağlayabilmek için yıllarca uğraştığını ve bu yolda çok çaba harcadığını biliyoruz. Toplumsal, siyasal, dini ve ekonomik gelişim ve değişimleri büyük bedeller ödeyerek yaşayan Batı kültürü, bizim için olumlu ya da olumsuz anlamda her zaman örnek teşkil etmektedir. Batılı olmak AKURGAL’ında söylediği gibi çağdaşlık anlamına gelmektedir. Batılı olmak, Batılı ülkeleri taklit etmek, kendi değerlerimize sırt çevirmek anlamına gelmemelidir.  

 

Ancak Meşrutiyetten bu yana Anadolu aydını kendisini tümüyle batıya endeksleyerek, kendi değerlerini, kendi kültürünü terketmiş ve sosyolojik olarak hiç de doğal olmayan bir taklide girişmiştir. Dramada da önemle üzerinde durduğumuz kendini bilme, kendinin farkında olma hedefleri burada da karşımıza çıkmaktadır. İnsanımızın kendini bilme ve kendinin farkında olma yetisini yeniden kazanması, güvensizliğini yenmesi drama çalışmalarının da hedefidir. Artık kendimize ve insanımıza güvenmeye, kendimizin ve kültürümüzün farkında olmaya başlamamız gerekmektedir. Ancak Anadolu kültürünü, diğer tüm kültürlerden üstün görmek ne kadar yanlış ve bilim dışı ise, bu kültürü yok saymak da o kadar yanlış ve bilim dışı olmaktadır.           

 

Drama sözcüğünün etimolojisini incelemenin, tamamen rastlantısal olarak başladığı yukarıda belirtilmişti. Ancak inceleme sürdükçe, dramanın çıkış noktası olduğu söylenen dinsel törenlerin Yunanistan’a, Anadolu’dan geçmiş olduğu görüldü. Konu bu bildirinin sınırlı sayfalarına sığmayacak kadar geniş ve birbiriyle ilintili pek çok tarihsel olay - olgu içermektedir. Biz burada bazı tarihsel gerçeklikleri yeniden anımsattıktan sonra, drama sözcüğünün kökenini tartışacağız.       

          

Uygarlığın Başlaması ve Yayılması

 

Üzerinde bulunduğumuz topraklarda ilk uygarlık Mezopotamya’da başlamıştır. Bu rastlantısal bir başlangıç değildir. Çünkü uygarlığın başlaması için su ve verimli topraklar gerekmektedir. Bu bölgede ise hem sürekli bol suyu olan iki nehir: Fırat ve Dicle ve hem de bu iki nehir arasında kalan bölgede tarıma elverişli topraklar vardır. Sümerler burada büyük bir uygarlık kurmuşlar ve tarihi başlatmışlardır.[4]Tarih boyunca bu iki nehrin arasında yaşayan kavimler, bölgelerindeki nüfusun artması ve doğu kavimlerinin göçleri ve daha pek çok nedenden dolayı hep Batıya doğru ilerlemişler ve göç ederken de, yarattıkları kültür birikimini doğal olarak yanlarında götürmüşlerdir. Böylece Batılı kavimler yepyeni ve çok gelişmiş bir kültürle tanışmışlardır.[5]

 

Anadolu’da yaşayan kavimlerden Luwiler, Pelesgoslar, Hurriler, Hattiler ve Hititler doğudan gelen bu kültürle etkileşmişler ve yepyeni bir kültür ortaya koymuşlardır. Bu kavimlerden Luwiler bilinen en eski Hind-Avrupa dilli ulustur. Luwiler ve onların ardılı Pelesgoslar, Anatanrıçaları Ma ve O’nun kocası Odra/Adra adlarını ve bu adlara yapılan eklerle Küçük Asya’nın kentlerine, nehirlerine, dağlarına, ovalarına isimler verdiklerini bilimsel araştırmalar ortaya koymaktadır.[6]

 

Yüzlerce yıl boyunca batıya gidiş devam etmiş ve Ege kıyılarına, adalara ve oradan da Yunanistan’a geçmiştir. Yunanlılar da, güneşin doğduğu yerden (Anatolia) gelen bu kültürü kendilerine göre geliştirmişler ve çok daha ileri olan yeni bir uygarlık oluşturmuşlardır. Bu uygarlığın adı tarihe Helen Uygarlığı olarak geçmiştir.[7]Dağ, nehir, kent vb. yer adları, tanrı adları ve bu tanrıların özellikleri, yapı tekniği, ölü gömme yöntemleri, mitolojiler ve diğer adlar hep doğudan batıya doğru yayılmıştır. 

 

İÖ 3. Binyılda Anadolu kavimlerinden bazılarının (Pelesgoslar, Leleg’ler ve Kar’lar) Yunanistan’a kitlesel göçler yaptıkları ve hatta bir zamanlar Yunan ülkesinin “Pelasgiye” diye adlandırıldığı, Anadolu kavimlerinin Yunanistan’a sadece göç etmeyip, Anadolu’daki yer adları, denizcilik, giyim-kuşam, av ve savaş donatısı, mitolojik hikayeleri ve daha pek çok alandaki Anadolulu adı da götürdükleri kazılar ve çeşitli bilimsel araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır.”[8]  

 

Yunan uygarlığının Anadolu’dan nasıl etkilendiği konusunda  Prof. Dr. Füruzan KINAL şunları söylemektedir “Hitit medeniyetinin yüksek Hellen kültürüne komşu olduğu ve zaman bakımından ona tekaddüm ettiği düşünülürse, bu medeniyetin dünya tekamül tarihindeki mevkii kendiliğinden anlaşılır. Gerçekten de “mucize” kelimesiyle kolayca izah edilmek istenen Yunan medeniyetinin oluşunda, bu komşu memleketin tesiri olmaması mümkün müdür? O komşu memleket ki, daha İÖ 2. binyılın başlarından beri, yazılı kanunlarla idare edilen, kralın yetkilerini denetleyen tarihte ilk asiller meclisine malik olan bir siyasi topluluktur.”[9]    

  

Yunanistan, kendisi için son derece etkileyici ve gizemli olan Anadolu kültürünü, bu kültüre ait tanrıların çoğunu ve bu tanrılara tapınma biçimlerini, kimi zaman aynen, kimi zaman da işlevi aynı kalmak kaydıyla isimlerini değiştirerek almış ve kendi inançlarına katmıştır.  

 

Drama Sözcüğünün Kökeni 

 

Prof. Dr. Sevda ŞENER drama sözcüğü konusunda şunları söylemektedir. “Megara’lıların kullandıkları dran sözcüğü, hareket anlamına gelmektedir. Drama sözcüğünün, hareket bildiren bu sözcükten türemesi mümkündür. Aristoteles  açıklamalarında kesinlikten kaçınmış, söylenti olarak aktarmakla yetinmiştir.”[10]ŞENER aynı konuya ilişkin notlarda ise şöyle yazmaktadır; “Dran sözcüğünün Attia sözcüğü olup olmadığı tartışma konusudur. Dran ve drama sözcüklerinin anlamı üzerinde çeşitli yorumlar yapılmıştır. Eleusis Mis Misterleri gibi ciddi dinsel törenler için dromena sözcüğünün kullanıldığı ileri sürülmüştür. Bu bağlam içinde dran, bir şey yapmaya azmetmek anlamına gelmektedir ve bu anlamıyla tragedyanın asal ögelerini ifade etmektedir.“[11]

 

Görüldüğü gibi ŞENER, drama sözcüğünün kökeni konusunda bir kesinlik olmadığını söylemektedir. ŞENER, bir başka eserinde “Dram sözcüğü Eski Yunancadaki anlamı ile hareketi imler. Bu hareket, öznesi, amacı, etkisi olan bir eylemdir. Başlar, gelişir, bir sonuca ulaşır.” demektedir.[12]

Prof. Dr. Özdemir NUTKU ise drama sözcüğünün kökeni hakkında ipucu olabilecek herhangi bir bilgi vermemekle birlikte; “Drama eski Yunancada bir şey yapma ya da yapılan bir şey anlamında kullanılırdı. Bu sözcüğün eski Yunancadaki başka bir anlamı da oynamaktır. Ancak antik tiyatronun gelişmesinden bu yana, bu sözcük yalnızca herhangi bir kimsenin herhangi bir şey yapması değil, belli bir kimsenin, katılanlara anlamı olan bir şey yapmasıdır.”[13]demektedir. NUTKU drama sözcüğünün tiyatrodaki karşılığı konusunda ise şunları söylemektedir: “Dram, Yunanca’da bir şey yapmak ya da yapılan bir şey anlamına gelir. Yazın tarihçilerine göre, lirik ve epik yanında üçüncü bir yazın alanıdır.

 

1. Sahnede oynanmak üzere, konuşmalarla ve hareketlerle gelişen, karşıt oluşların çatışmasıyla sonuçlanan oyun.
2. Halk dilinde ciddi oyun” [14]  

 

Prof. Dr. İnci SAN’da drama kavramının sözcük olarak Yunanca “dran”’dan türetildiğini, dran’ın ise, yapmak, etmek, eylemek anlamını taşıdığını söylemektedir. SAN drama sözcüğünün, eylem anlamını taşıyan, yine Yunanca dromenon’un, seyirlik olarak benzetmecisi biçimindeki kullanımıdır, demektedir.[15]

 

Yukarıda alıntılarını gördüğümüz seyirlik ve dini törenler söylemleri, drama sözcüğünün kökenini araştırırken bu törenleri incelememiz gerektiğini ortaya koymaktadır. Peki nedir bu dini törenler, nerede, hangi tanrıya yapılır ve neden bu törenlere dromenon ya da dromena adı verilmiştir.  

 

Yukarıda görüşleri yazılan tiyatro ve eğitim alanlarındaki bilim insanları, her ne kadar dromena sözcüğü konusunda kesinlik olmadığını belirtseler de, Ege ve Yunan Tarihi konusunda ülkemizin en önemli uzmanlarından biri olan Ord. Prof. Dr. Arif Müfid MANSEL dromena sözcüğünün Attika’da Diyonizos onuruna yapılan törenlere verilen bir isim olduğunu bildirmektedir; “ ... Bu tür törenler, Diyonizos kült’ünden başka kült’lerde de bulunan ve ‘dromena’ adını taşıyan (‘dram’ sözcüğü bundan gelmektedir) tanrıyla ilgili kutsal bir olayın halka sunulmasını sağlayan temsillerden başka bir şey değillerdi.”[16]

 

O halde dran sözcüğünün dromena ile ilişkili olduğu kesindir ve sözcük sadece yapmak, etmek, eylemek ile açıklanamaz. Dromena herhangi bir olayı değil, tanrı ile ilgili bir olayı halka sunmayı tanımlamak için kullanılır. Bu olayın aslı ise mevsim törenleridir.   

 

Dromena adını taşıyan bu törenler Dionissos kült’ünde yer alan ve tanrı ile ilgili bir olayın halka oynanması anlamına geliyordu. Dionissos’un yanında tanrı Demeter için de benzer törenler yapılıyordu. Bu tanrılardan Dionissos’un öncelikle bereket ama asıl olarak şarap tanrısı olduğunu ve kökeninin Anadolu kavmi Luwi ve Hatti’lere uzandığını biliyoruz. Günümüzde bir çok bilimsel çalışma ve arkeolojik kazıların da gösterdiği gibi üzüm üretimi Mezopotamya’da başlamış ve oradan Anadolu’ya geçmiştir. Daha sonra da Yunanistan halkı üzümü öğrenmiştir. Üzümü bilmeyen bir halkın Şarap Tanrısı olamayacağına göre, Dionissos’un Konya İvriz’de bir kayaya oyulmuş kabartması bulunan, Tanrı Tarhuzza’dan (Bakkhos) başkası olamayacağı söylenmiştir.[17]Ayrıca, şarap ile ilgili bir çok sözcük Anadolu kökenlidir. Örneğin; Hititçe’de wiyana üzüm ve şarap anlamında kullanılmaktaydı.[18]Sözcük Batı dillerinde de kullanılmaktadır (Latince’de vinum, eski Yunanca’da oinus, Fransızca’da vin, Almanca’da wein ve İngilizce’de wine). Yine Hititçe Lal,  ballı, tatlı şarap anlamına gelirken,[19]içki sunana ise Sagı (saki) denmektedir.[20]Demeter sözcüğünün kökeninin ise Luwi’ce Da-Mater olup (Mater=Ana), Anadolu’nun Anatanrıça’sının Yunanistan’daki uzantılarından birisi olduğunu artık kesin olarak biliyoruz.[21]

 

Eleusis Mis Misterleri 

 

Dromena diye isimlendirilen Eleusis Mis Misterleri törenlerini incelemeye geçmeden önce başlıkta adı geçen sözcüklerin kökenine bakalım.

Bilindiği gibi Eleusis Yunanistan’da, Atina’nın 22 km batısında bir kentin adıdır[22] ve o dilde anlamı yoktur. Sözcüğün aslı El (a)’dır. Sondaki takı, –sal anlamındaki Yunan takısıdır. Sözcük Luwi’ce Boğaz, Geçit anlamına gelmektedir.[23]Coğrafi olarak Eleusis’in Saroni körfezinde, Salamis adasının kuzeyinde yer aldığını görüyoruz. Salamis Adası anakaraya öylesine yakındır ki, Eleusis’e ulaşmak için adanın iki yanındaki boğaz/geçit’lerden birini kullanmak zorunda kalırsınız.[24]Sözcük Anadolu’dan Yunanistan’a geçmiştir.

 

Mis sözcüğü ise Luwi dilindeki Mas  (= Tanrı) adının dişi biçimi, yani “Tanrıça” dır. Artemis gibi.[25] Mister sözcüğünün ise; sır, gizem anlamına geldiğini ve Mis sözcüğü ile aynı kökten olduğunu biliyoruz. Ancak kanımca sözcük Sümer dilinden gelmektedir. Sümerce’de Munus; Mi, kadın demektir.[26]

 

Eleusis’te yapılan törenler, toplum tarafından son derece önemli sayılan, ciddiye alınan ve saygınlığı olan törenlerdir. Bu törenlere katılanlar da, törenleri yönetenler de saygın kişiler olarak görülmektedir. Eleusis törenlerinin saygınlığı konusunu Strabon da vurgulamaktadır.[27]

 

Eleusis Mis Misterleri Törenleri, temel olarak, toplu yemekler, dans ve ritüellerden oluşan, katılanların “inisiye” (dine kabül edilme) olmaları esasına dayalı gizli kültlerdir. Ortak yaşanan bu deneyimler kült içi bağlılıkları güçlendirir ve yalnızca belirli bir toplumsal birimin üyesi olarak kabul edilen kişilere açık törenlerden oluşmuştur. Bu törenlerin ilkel biçimlerinde hemen herkes inisiye olurken, Elusis’de inisiyasyon kişisel seçime bağlıdır. Yaşama ve yaşamın sürdürülmesine sıkıca bağlı olan bu törenlerin ve gizemlerin başkalarına açıklanmaması temel koşuldur. Törenlerde dramatik ritüeller oldukça yaygındır. 

 

İlk çağlarda Mezopotamya’da, yaz sıcağının bitkileri yok etmesi, Tammuz’un ölümü ve dirilmesi, canlandırılır. Suriye ve Fenike’de Adonis, Batı Anadolu’da Attis ve Mısır’da Osiris de, bu tür dramatik ritüellerin başrol oyuncuları olarak görülürler. Bu ritüellerin hemen tümü, toprağın verimliliği ve canlıların doğurganlığı ile ilgili “Gizem” (Mystery) törenlerini oluşturur. Bu inanç ve törenler Mezopotamya ve Anadolu’da yaratılmış olup, Yunanistan’a sonradan geçmiştir.[28]  

 

Eleusis törenlerinde adaylar, bir hierofan yani “kutsalı açıklayan” önderliğinde gizemlerin kendilerine açıklanması için hazırlanırlar. İzmir’li Theon’a göre Eleusis törenleri dört aşamada gerçekleşir:

 

1. Ön arınma aşaması.
2. Bilgilendirme ve yönlendirme aşaması.
3. Gizemin açıklanması aşaması.
4. Son olarak artık ayrıcalıklı bir kişi olan kişinin başına taç ya da boynuna çelenk takılması.

 

Üçüncü aşama olan gizemin açıklanmasının, yalnızca konuşularak yapılan bir uygulama olmayıp, dramatik bir gösteri biçiminde olduğu ve tüm gizem törenlerinde dansın da önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir.

 

Eleusis’teki bu törenlerden çok önce Anadolu ve Mezopotamya’da yapılan ölüp–dirilme törenleri de dört aşamadan oluşmaktadır;

 

1. Çile çekme (Oruç, perhiz, dövünme, ölüm, canlılığın yok olması).
2. Arınma (Canlılığı tehlikeye düşürecek kötülüklerden arınma; Ateş üzerinden atlamak gibi).
3. Güçlendirme (Cinsel ilişkiye girme, yarışma  vb.).
4. Kutlama[29]

 

Eleusis törenlerinin gizli yapılmasının bir nedeni de, Yunan yönetimi tarafından yerel halkın dinsel baskı altında tutulmak istenmesidir. 

Anadolu, Mezopotamya ve diğer Doğu Kült’lerinde kendinden geçiş (vecd) çok daha şiddetli ve tanrılarla bütünleşme isteğinin yarattığı psikolojik gerilim çok daha fazladır. Örneğin; Kybele ayinlerinde erkekler cinsel organlarını keserlerdi. Bu gün erkeklerin sünnet olmasının, bunun hafifletilmiş bir uzantısı olduğunu söylenmektedir.[30]Frigya Kült’ünde ise Attis’in ölümü ve dirilmesi sadece dramatik olarak ifade edilirdi. Bu törenlerin gerçekleştirildiği “Hilaria” (sevinç ve neşe) bayramı ilkbahara rastlardı (Hititler’de tapınaklardaki kutsal odanın önünde yer alan ve odaya girişi sağlayan geçide “hilammar” denirdi. Hilammar sözcüğü Hititçe’dir ve muhtemelen hilaria sözcüğünün de kökenidir).[31]Eleusis törenleri de, yaz sonunda gerçekleştirilirdi. Törenlerin başlangıcında Persephone (tahıl bakiresi) kesin olarak yeraltına göç etmiştir. Ancak, güz yağmurları başlayıp, tarlalar sürülüp, ekim zamanı gelince Persephone geri dönecektir, yani hasat olacaktır. Törende, Persephone’nin yeraltına kaçırılışı temsil edildikten sonra, ritüelin yarattığı heyecan doruğa vardığı anda, biçilmiş bir buğday başağı katılanlara gösterilirdi. Törenlere katılanlar bu dünyada tanrının sevgisini kazanmakla kalmayıp, öbür dünyada da mutluluklarının garanti altına alındığı inancını taşımaktadırlar.[32]

 

Dionysos adına düzenlenen ve adına “Dionysiac” denen şenlikler, insanların günlük yaşamın monotonluğundan kurtulmalarını sağlardı. Bu şenliklerde, yalnızca şarap içmek ve cinsel eylemler yapılmazdı. Şenlikte aynı zamanda korolar ve pandomim gösterileri de yapılırdı. 

 

Tahıl tanrısı Demeter ile kızı Persephone adına kurulmuş en önemli tapınak Attika’da, Atina ve Megara arasında yer alan Eleusis kentindeydi ve tahılın ekim, filizlenme ve biçim dönemlerinin kutlandığı ünlü dinsel tarım şenlikleri burada yapılırdı.[33]Bu mitosda dile getirilen, tahılın yaşam döngüsü ile insanın yaşam döngüsünün paralel olduğuna inanılırdı. Homeros’un yazdığı “Demeter’e Ağıt”ta[34]yer alan bu mitos, kendine bir eş arayan yeraltı tanrısı Hades’in Persephone’yi toprağın derinliklerine kaçırışını anlatmaktadır. Günler boyu kızını arayan anne Demeter, Eleusis’e varır ve tahılların büyümesini durdurur. Sonunda Hades, Persephone’yi dünyaya geri göndermeye razı olur. Persephone, tahıl bakiresi olarak aydınlığa döner ve oğlu Plutus’u doğurur. Oysa Persephone, doğum ve ölümü simgeleyen narlardan yemiştir ve bu yüzden karanlıklardan tümüyle kurtulamaz; bir orta yol bulunur, yılın üçte birini kocası ile yeraltında geçirecek, kalan sürede annesi ile birlikte olacaktır. Bu çözüme sevinen Demeter, tahılların yeniden büyümesine izin verir. [35] [36]   

 

Eleusis şenliklerinde, Demeter ve Persephone’nin tüm öyküsü titizlikle yeniden canlandırılır. Tıpkı mitosta Persephone’nin yeraltına kaçırılması, Hades ile evlenmesi ve Plutus’u doğurmasında olduğu gibi; aynı biçimde, tahıl da yeni bir yaşam vermek üzere toprağa ekilir. Tıpkı topraktan fışkıran, biçilen ve hem insanoğlunun ekmeği biçimine dönüşen, hem de tohum olarak yeniden kullanılan tahıl gibi, Persephone’de annesinden koparılır ve yeni bir yaşam doğurması için bakireliği yok edilir. Ölen insanlar da, yaşamın yenilenmesi döngüsüne mistik anlamda katkıda bulunmak için toprağa gömülürler. Eleusis’in mesajı, “her mezardan yeni bir yaşam fışkırır. Bu nedenle, ölümden sonra ulaşılacak ölümsüzlük için umut beslenmelidir” anlamı taşır. 

 

Eleusis Mis Misterleri törenlerinde; bu törenlerin mesajı, törenlere konu olan tanrılar, ritüeller ve inançlar Sümerlerle başlayan ve Hititlerle devam eden ve de tümüyle Mezopotamya ve Anadolu kökenli törenlerdir. Ancak yukarıda da söz edildiği gibi Yunanlılar bu inançları kendilerine göre değiştirmişler ve sonra da uygulamaya devam etmişlerdir. Onuruna tören yapılan tanrılar ve ritüeller Anadolu kökenli iken, bu törenlerin adlarının Anadolu kökenli olmaması herhalde haksızlık olurdu. Ama biz bununla yetinmeyip drama sözcüğünün kökenini bilimsel kanıtlarla arayalım.

 

Bugün Yunanistan’da antik döneme ait uygarlık hakkında kazı yapılan yerler arasında Orhomenos’da (Orho–menos) sayılmaktadır. Buralarda en dikkati çeken bulgu kubbeli mezarlardır.[37] Bu mezar biçimini çok daha eski çağlarda Anadolu’da görmekteyiz. Buradaki menos sözcüğünün kökeni ise Anadolu baştanrısı Manes’den gelmektedir. Anadolu baştanrısı Manes İÖ I. binyılda özellikle Mysia, Lydia ve Phrygia bölgelerinde karşımıza çıkar. Yunan komedia’larında Phrygia’lı kölenin adı çoğu zaman Manes’dir. Bilge UMAR bu konuda Afif ERZEN’in bir incelemesinden hareketle; “ Ay tanrısı Manes ve Men adlarının aynı kökenden geldiği; ayrıca, Phryg’lerin Men tapkısını Trakya’dan getirmiş olmadığı ve Anadolu’da bu tapkının belki İÖ 3. binyıldan beri var olduğu sonuçlarına varmıştır” bilgisini vermektedir. Luwi dilinde ‘adam, erkek’ anlamına gelen sözcük Almanca’daki Mann ve İngilizce’deki Man ile aynı köktendir.[38]

 

Anadolu Baştanrısı Manes isminin daha sonraları batıda kullanılmasına ilişkin olarak birkaç örnek verelim.

 

1. Sophokles’in Kral Oidipus isimli oyununda geçen, mitolojik adlar arasında İsmenos’da sayılmaktadır (İs – Menos).[39]
2. W. Shakespeare’in Antonius ile Kleopatra isimli oyununda, Pompeus’un dostları arasında Menas’da sayılmaktadır.[40]   

 

Antik Yunanca’da dromos sözcüğünün yol anlamına geldiği ve genellikle mezar yapılarında mezar odasına geçişi sağlayan dar, uzun geçite verilen ad olduğu bilinmektedir.[41]Bu dromos sözcüğünün kökenine baktığımızda ise; (a)dro-mos; adra= Anatanrıçanın kocası, mos = mas = mis = kadın, kadın tanrı= Tanrıça’dır. Yani Anatanrıçanın kocası anlamına gelmektedir. Kanımca dromos sözcüğü yol anlamına gelmekle birlikte, asıl olarak tanrılara ulaştıran yololarak kullanılmıştır. Çünkü koridorun sonunda tanrının bir heykeli vardır. Orada tanrıya tören yapılır.

 

Kubbeli mezar biçimi (Örn. Mikenai yöresindeki “Atrevs” kubbeli mezarı[42]) Yunanistan’da kullanılmaya başlanmadan çok önce Anadolu’da kullanılmıştır.[43]Bu mezar biçimi Anadolu kökenlidir ve sonradan Yunanistan’a geçmiştir. Yine Yunanistan’da Tirins şatosunda kullanılan tonoz biçimi,[44]bundan çok önce Hattuşa’da kullanılmıştır.[45]

 

İÖ 13. ve 16. Yüzyıllarda Aka’lar döneminde, Girit ve oradan Anadolu mimarisinin etkisiyle, Mikenai kubbeli mezarlarında, mezardaki yuvarlak odaya “tolos”, bu odaya dışarıdan ulaştıran ince uzun koridora da “dromos” dendiğini yukarıda söylemiştik.[46]Tolos adı daha İÖ. 6000 dolayında Kuzey Mezopotamya kavimlerince kullanılmaktadır. Bu kavimler adına tholos denilen kubbeli, yuvarlak evlerde oturmaktaydılar.[47]

 

Anadolu kavmi Luwi’lerde Odra/Adra sözcüğünün erkek, koca, eş ve özellikle anatanrıçanın kocası anlamına geldiğini bilmekteyiz. Bu Odra/Adra sözcüğü Anadolu’da, Yunanistan’da ve diğer çevre ülkelerinde kimi zaman küçük değişikliklerle, kimi zaman aynen günümüze kadar kullanılagelmiştir. Sözcük yer adları olarak; Adrasan (adra-san), Dranas (a-dra-nas), Madran (m-adra-n) olarak kullanıldığı gibi,[48] kişi adları olarak da; Shakespeare’nin Yanlışlıklar Komedyası isimli oyununda; Ephesus’lu Dromio (a-dra-mio), Sirakuza’lı Dromio (a-dra-mio) Ephesus’lu Antipholus’un karısı, Adriana (a-dra-ana) olarak kulanılmıştır.[49]Aleksandros Maças’ın Krezüs isimli oyunundaki oyun kişilerinden birinin adı da Adrastos’tur (a-dra-stos) ve kendisi Frigya’dan kaçak, kral oğludur. Yani Anadolu’ludur.[50] 

    

Dromenon ya da dromena sözcükleri Luwice olup her iki sözcük de;  dro – man’ dan gelmektedir. Dro= (Adra / Odra) Anatanrıçanın kocası, Man = Manes = Anadolu’da baş tanrı; anlamı ise adam, erkek’dir.[51]Dran sözcüğünün kökeni de  aynı olup; (a)dra = anatanrıçanın kocası burada da karşımıza çıkmaktadır. Sözcüğün sonundaki ‘n’ ise Anatanrıçanın adlarından birisi olup aslı Na’dır.[52]

 

Kubbeli yuvarlak yapılara tolos dendiğini ve kökeninin Mezopotamya’ya uzandığını yukarıda söylemiştik. Bu yapı tekniği ile yapılan ve kült merkezilerinin ortasındaki odada tanrını bir heykeli bulunurdu. Bu tanrı heykeline dışarıdan ulaştıran ince uzun koridora da dromos denmekteydi. Çünkü oradaki heykel hangi tanrıya ait olursa olsun, genel anlamda adra/odra ile ilişkiliydi ve tanrıya ulaştıran yol anlamında kullanılıyordu. İçeride yapılan törenlerin adı da aynı kökten besleniyor ve dromena/dromenon adını alıyordu. Dromena ya da dromenon, törenlerin genel adı olarak kullanılmaktaydı. Bu törenler sırasında tanrı ile ilgili oynanan oyunlar drama diye nitlendirildi. Çünkü drama sözcüğünün anlamı da aynı kökten olup; (o) dra (u) ma’ dır. Yani, dra= adra/odra:  koca, eş, anatanrıçanın kocası, (u) ma = halkı, ...lı’lar. ve oradan da Adra’lılar, Adra halkı, tanrının insanları anlamına gelmektedir.[53]Drama sözcüğü burada yapılan işi (oynanan oyunu) tanımlamaktadır. Bu oyunu oynayanlar ise Adra’lılar/Tanrının insanlarıdır. 

 

Hatta bu ismin öncelikle Trak boylarınca kullanıldığını ve drama sözcüğünün Yunanistan’da, Trakya’da bir yerleşim merkezinin adı olduğunu da biliyoruz.[54]

 

Sonuç       

                  

Biz bu bildiri ile yeni bir şey keşfetmiş olmuyoruz. Bir çok bilim insanının yaptığı çalışmalarda zaten var olan ama bildiride genişce söz edilen nedenlerle unutulmuş/unutturulmaya çalışılmış bir gerçeği anımsatmış oluyoruz. Drama sözcüğünün Anadolu kökenli olduğunu bilmenin bugün için pek bir işimize yaramayacağını düşünebiliriz. Ancak bunun drama çalışmalarındaki; kendini bilme, kendinin farkında olma hedeflerine ulaşmamıza yeni bir açılım getirmesi gerekmektedir.     

 

Yunanlılar için Anadolu’dan bir isim ya da kült almak, hiç bir zaman kültürel ya da etnik bir sorun teşkil etmemiştir. Yunanlılar aldıkları isim ya da kült’ü kendilerine göre uyarlamışlar ve geliştirmişlerdir. Yakın zamana kadar bilim adına iki yüzlü bir anlayış izleyen batılı sözde bilim adamları bir Yunan Mucizesi’nden söz edip durmuşlar ve Anadolu’yu yok saymışlardır.  

 

Biz ise yaratan toprağın insanları olarak, kendimizi beğenmemeyi, güvenmemeyi ve hatta giderek kendimizi, kültürümüzü ve insanımızı küçümsemeyi batılı olmak sayıyoruz. Ne acı..

 

KAYNAKLAR

 

AKURGAL, Ekrem, Anadolu Uygarlıkları, Net Yayınları, İstanbul, 1995
AKYURT, İ. Metin, M.Ö. 2.Binde Anadolu’da Ölü Gömme Adetleri, TTK Basımevi, Ankara, 1998
Anabritannica Genel Kültür Ansiklopedisi, Cilt 8, İstanbul, 1992
BAYLADI, Derman, Efsaneler Dünyasında Anadolu–Anadolu Mitolojisi, Say Yay., İstanbul, 1996
CAN, Şefik, Klasik Yunan Mitolojisi, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1994
ERHAT, Azra, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1989.
GASTER, Theodor H., Thespis, Eski Yakındoğu’da Ritüel, Mit ve Drama, İstanbul, 2000
KABAAĞAÇLI, Cevat Şakir, Anadolu Tanrıları, Bilge Yayınevi, İstanbul, 1995
KABAAĞAÇLI, Cevat Şakir, Hey Koca Yurt, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1994
İletişim, Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi, Eski Yunan, İstanbul 1987
İletişim, Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi, Mezopotamya ve Eski Yakındoğu, İstanbul 1996
KINAL, Füruzan, Eski Anadolu Tarihi, TTK Basımevi, Ankara, 1998
KRAMER, S. N., Tarih Sümerden Başlar, Çev. Muazzez İlmiye ÇIĞ, TTK Basımevi, Ankara, 1995
MAÇAS, Aleksandros, Krezüs, Çev. Yorgi Horasanoğlu, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 1962
MANSEL, Arif Müfid, Ege ve Yunan Tarihi, TTK Basımevi, Ankara, 1988
MAUMANN, Rudolf, Eski Anadolu Mimarlığı, çev.Beral Madra, TTK Bas., 4. Baskı, Ankara, 1998
NUTKU, Özdemir, Dram Sanatı, Dokuz Eylül Ün., Güzel Sanatlar Fakültesi Yay., İzmir, 1983
NUTKU, Özdemir, Dünya Tiyatrosu Tarihi, Cilt 1, Remzi Kitabevi, Ankara, 1985
SALTUK, Secda, Arkeoloji Sözlüğü, İnkılap Kitapevi, 2. Baskı, İstanbul, 1993
SAN, İnci, Eğitimde Yaratıcı Drama, AÜ, EBF, Dergisi
SHAKESPEARE, William,  Antonius ve Kleopatra, Çev. Saffet Korkut, MEB Yayın., İstanbul, 1989
SHAKESPEARE, William, Yanlışlıklar Komedyası, Çev. Avni Givda, MEB Yayınları, İstanbul, 1992
SOPHOKLES, Kral Oidipus, Çev. Bedrettin Tuncel, MEB Yayınları, İstanbul, 1992
ŞENER, Sevda, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Adam Yayıncılık, İstanbul, 1982
ŞENER, Sevda, Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997
TOSUN, M.-YALVAÇ, K., Sumer Dili ve Grameri, TTK Basımevi, Ankara, 1981
TUNCER, Ömer, İşte Anadolu, Arkeoloji Sanat Yayınları, İstanbul, 1993
UMAR, Bilge, İlkçağda Türkiye Halkı, İnkilap Kitabevi, İstanbul 1999
UMAR, Bilge, Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi, İnkilap Kitabevi, İstanbul, 1998
UMAR, Bilge, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkilap Kitabevi, İstanbul, 1993
ALP, Sedat, Hititler’de Şarkı, Müzik ve Dans, Hitit Çağında Anadolu’da Üzüm ve Şarap, Kavaklıdere Kültür Yayınları, Ankara, 1999

Bu Bildiri Hazırlanırken Ayrıca Aşağıdaki Kaynaklardan da Yararlanılmıştır

EYUBOĞLU, İ. Zeki, Anadolu Mitolojisi, Anadolu Üçlemesi 2, Toplumsal Dönüşüm Y., İst. 1998
Xenophon, Yunan Tarihi (Hellenika), Çev. Bilge UMAR, Sergi Yayınları, İzmir 1984
AKURGAL, Ekrem, Hatti ve Hitit Uygarlıkları, Net Yayınları, İstanbul, 1995
WYCHERLEY, R.E., Antik Çağda Kentler Nasıl Kuruldu?, Çev. Nur  Nurven – Nezih Başgelen, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1991
TOSUN, Mebrure, YALVAÇ, Kadriye, Sumer, Babil, Assur Kanunları ve Ammi-Şaduqa Fermanı, 2. Baskı, TTK Basımevi, Ankara, 1989
GÜNALTAY, Şemseddin, Yakın Şark II–ANADOLU, En Eski Çağlardan Ahameniş’ler İstilasına Kadar, 2. Baskı, TTK Basımevi, Ankara, 1987
ERTEM, Hayri, Hitit Devletinin İki Eyaleti: Pala – Tum(m)Ana, AÜ., DTCF Yay., Ankara, 1980
FRAZER, James, G., Altın Dal – Dinin ve Folklorun Kökleri, (I ve II. Ciltler) Çev. Mehmet H. Doğan, Payel Yayınları, İstanbul, 1991, 1992 

 

NOTLAR

 

[1] Bilge UMAR, Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi, İnkilap Kitabevi, İstanbul, 1998, s. 1
[2] Arif Müfid MANSEL, Ege ve Yunan Tarihi, TTK Basımevi, Ankara, 1988, s. 251
[3] age. s. 49
[4] S. N. KRAMER, Tarih Sümerden Başlar, Çev. Muazzez İlmiye ÇIĞ, TTK Basımevi, Ankara, 1995   
[5] Ekrem AKURGAL, Anadolu Uygarlıkları, Net Yayınları, İstanbul, 1995, s. XIII
[6] Bilge UMAR, İlkçağda Türkiye Halkı, İnkilap Kitabevi, İstanbul 1999, s. 43
[7] Ekrem AKURGAL, Anadolu Uygarlıkları, Net Yayınları, İstanbul, 1995, s. 613
[8] Arif Müfid MANSEL, Ege ve Yunan Tarihi, TTK Basımevi, Ankara, 1988, s. 18, 19 
[9] Füruzan KINAL, Eski Anadolu Tarihi, TTK Basımevi, Ankara, 1998, s. XI – XII.
[10] Sevda ŞENER, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Adam Yayıncılık, İstanbul, 1982, s. 25
[11] age. s. 269
[12] Sevda ŞENER, Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı, Yapı Kredi Yayın., İstanbul, 1997, s. 15
[13] Özdemir NUTKU, Dram Sanatı, Dokuz Eylül Üniv., GSF. Yayınları, İzmir, 1983, s. 5, 6.
[14] age. s. 89
[15] İnci SAN, Eğitimde Yaratıcı Drama, AÜ, EBF Dergisi, Cilt 23, Sayı 2, Ankara, 1990, s. 573-582
[16] Arif Müfid MANSEL, Ege ve Yunan Tarihi, TTK Basımevi, Ankara, 1988, s. 215
[17] Ömer TUNCER, İşte Anadolu, Arkeoloji Sanat Yayınları, İstanbul, 1993,  s. 31
[18] Sedat ALP, Hititlerde Şarkı, Müzik ve Dans, Hitit Çağında Anadolu’da Üzüm ve Şarap, Kavaklıdere Kültür Yayınları, Ankara, 1999, s. 67
[19] age, s. 69
[20] age, s. 72
[21] Bilge UMAR, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkilap Kitabevi, İstanbul, 1993, s. 209
[22] Anabritannica Genel Kültür Ansiklopedisi, Cilt 8, İstanbul, 1992, s. 123
[23] Bilge UMAR, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkilap Kitabevi, İstanbul, 1993, s. 239
[24] İletişim Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi, Eski Yunan, İstanbul 1987, s. 97
[25] Bilge UMAR, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkilap Kitabevi, İstanbul, 1993, s. 575
[26] M. TOSUN – K. YALVAÇ, Sumer Dili ve Grameri, TTK Basımevi, Ankara,1981, s. 153
[27] STRABON, Antik Anadolu Coğrafyası, (Geographika: XII-XIII-XIV), Çev. Adnan Pekman, 3. Baskı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1993, s. 146, 147
[28]  Bilge UMAR, İlkçağda Türkiye Halkı, İnkilap Kitabevi, İstanbul 1999, s. 210-217
[29]  Özdemir NUTKU, Dünya Tiyatrosu Tarihi, Cilt 1, Remzi Kitabevi, Ankara, 1985, s. 17-30  
[30]  Cevat Şakir KABAAĞAÇLI, Anadolu Tanrıları, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1995, s. 128-135
[31]  Rudolf MAUMANN, Eski Anadolu Mimarlığı, çev.Beral Madra, TTK Basım., Ankara, 1998, s. 466
[32] Anabritannica Genel Kültür Ansiklopedisi, Cilt 8, İstanbul, 1992, s. 123, 124
[33] İletişim Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi, Eski Yunan, İstanbul 1987, s. 65
[34] Theodor H. GASTER, Thespis, Eski Yakındoğu’da Ritüel, Mit ve Drama, İstanbul, 2000  
[35] Azra ERHAT, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1989
[36] Şefik CAN, Klasik Yunan Mitolojisi, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1994
[37] Arif Müfid MANSEL, Ege ve Yunan Tarihi, TTK Basımevi, Ankara, 1988, s. 74
[38] Bilge UMAR, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkilap Kitabevi, İstanbul, 1993, s. 544-545
[39] Sophokles, Kral Oidipus, Çev. Bedrettin Tuncel, MEB yayınları, İstanbul, 1992, s. 122
[40] William SHAKESPEARE, Antonius ve Kleopatra, Çev. Saffet Korkut, MEB Yay., İst., 1989, s. 15 
[41] Secda SALTUK, Arkeoloji Sözlüğü, İnkılap Kitapevi, 2. Baskı, İstanbul, 1993, s. 57
[42] Arif Müfid MANSEL, Ege ve Yunan Tarihi, TTK Basımevi, Ankara, 1988, s. 73
[43] İ. Metin AKYURT, M.Ö.2.Binde Anadolu’da Ölü Gömme Adetleri, TTK Basım., Ank., 1998, s. 5,155
[44] Arif Müfid MANSEL, Ege ve Yunan Tarihi, TTK Basımevi, Ankara, 1988, s. 74
[45] Rudolf MAUMANN, Eski Anadolu Mimarlığı, çev.Beral Madra, TTK Bas., Ankara, 1998, s.131
[46] Arif Müfid MANSEL, Ege ve Yunan Tarihi, TTK Basımevi, Ankara, 1988, s. 69
[47] İletişim Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi, Mezopotamya ve Eski Yakondoğu, İst., 1996, s. 48
[48] Bilge UMAR, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkilap Kitabevi, İstanbul, 1993, s. 854-855 
[49] William, SHAKESPEARE, Yanlışlıklar Komedyası, Çev. Avni Givda, MEB Yay., İst., 1992, s. 5 
[50] Aleksandros MAÇAS, Krezüs, Çev. Yorgi Horasanoğlu, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 1962, s. 7
[51] Bilge UMAR, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İnkilap Kitabevi, İstanbul, 1993, s. 544 
[52] age. s. 595
[53] age. s. 224-225 
[54] age, s. 224